14 Nisan 2012 Cumartesi

EUROKIZIYON

                                               

        Bu yazımda da Eurovision yarışmalarına değinmek istedim. Bugüne kadar  2 tanesini izlemiş , bundan sonra da izlemeye tövbe etmiş birisi olarak , neden böyle bir tutum içinde olduğumu  anlatayım.
        Müziğin kalitesinin değil ülkelerin birbirleriyle siyasi-coğrafi bakımdan ilişkilerinin puana dökülmüş halidir Eurovision. Hele ki bazı ülkelerin kimlere oy verdikleri , müzikleri  ister güzel ister berbat olsun ,bellidir. Senelerdir değişmiyor bu sistem . Eurovision bir müzik yarışması mı  , yoksa stratejik fayda edinme yeri mi anlamış değilim.  Böyle bir yarışmaya bir de juri midir nedir  ,onların oyları da etki edecekmiş.  Dünyanın hangi yerinde tarafsız juriler mevcuttur ki ?  Bir şekilde söz sahibi insanların  çeşitli baskılar neticesinde taraf olmak zorunda bırakılması  , dünyamızın bugünkü sisteminin temel yapı taşı değil midir?"Büyük balığın sesi de büyük olur" . Sonuç olarak  bugün 1. olacak olan kişinin  uzun bir süre boyunca yapılan  türlü dalavereler neticesinde  zaten belli olduğudur.
         Bazı arkadaşlar bu sözlere karşı gelip de Sertap Erener nasıl birinci oldu diye çıkışabilirler . Bunun da bir kaç açıklaması var tabi ki , ama en önemlisi bu yarışma sisteminde her zaman  yarışmanın ana aktörleri (sizler tahmin edebiliyorsunuz  kimlerin olduğunu ) birinci olsalardı , yarışmaya katılım olmazdı. Böyle bir ortam da yarışmanın izlenmeyeceği ve bu yarışmayı düzenleyenlerin ceplerini dolduramayacağı düşünülürse , çok da mantıklı gelmiyor kişiye.  Paranın egemen olduğu bir sistemde , yüklü para kazanılabilecek bir ortamdan neden vazgeçilsin ki?
         Yukarıda ki bilgiler ışığında Eurovision 1. si olan ülkelerin ülkeleri hakkında çok büyük reklam şansına sahip oldukları öne  sürülmüştür. Güzel , peki o zaman soruyorum 2000 yılı birincisi ülkeyi hatırlayabiliyor musunuz? Hadi hatırladınız , ülkesinin reklamı mı oldu o birincilikle ? Nasıl bir reklam oldu , ülkesine dair  neler biliyorsunuz? Bizde neler değişti aldığımız birincilikle ?
          Eurovision adaylarımızın nasıl seçildiği hususu ise başlı başına bir soru işareti... Neye dayanarak , hangi kriterlere göre seçimler yapılıyor , bunları seçen adamlar kimler ? Bu sene ki Eurovision'da yarışması planlanan adaylar arasında Can Bonomo ismi bile geçmezken , pat diye önümüze atıldı ... Alın , budur!! Bu gidecek yarışmaya!!! Ben anlamıyorum , o kadar kendini ispat etmiş kişi varken  bu adamın neden birden ortaya atıldığını.  Her konuda torpilin sınırlarını zorlayan ülkemizde bu konuda TORPİDO kullanılmış sanırım. Daha düne kadar 1 kişinin bile tanımadığı , yaptığı müziğin küçük kitlelere seslendiği bu adamı alıyorsun sen diyorsun ki "Bu adam benim ülkemi tüm Avrupa'ya hitap edecek şekilde temsil eder" ... Hani o kadar cesursan  küçük kitlelere seslenen kişileri ciddiye almaya , bugüne kadar yaptığı müzikten dolayı satanist damgasını vurduğun adamlara ne demeli?
         Olay şundan ibaret , bizim vergilerimizle bir yere gelmiş olan kanal ve yapımcılarının  kendi kafalarına göre seçim yapmalarındaki  düşünce yapısıyla , Eurovision denen 1. 'nin aylar öncesinden belli olduğu yerdeki zihniyet biribiriyle örtüşüyor. Hani yarışmacı gidip Trt'yi veya başka bir kurumu temsil etse  sorun bu kadar büyümeyecek , bir milleti temsil etmeye gidiyor orada.
         Bunlardan çıkarttığım sonuç , gidip bu tarz yarışmalara zaman harcayacağıma , kumdan kale yapmayı daha uygun görmekteyim.

BİRİNCİ ZATEN BELLİ!!


12 Nisan 2012 Perşembe

Balık Kraker




 Bugün yüklenmişim gazımı spor yapmak niyetiyle almışım bisikleti altıma , hırslı bir şekilde pedal çeviriyordum. Güzel bir günün verdiği enerjiyle de , etrafta bir bisikletli görüp onu geçme arayışındaydım. Zaten 3 saat bisiklet sürüp de bir şey anlamamamın nedeni etrafta başka bisiklete binen adam aramamla eş değerdir. Küçükken de yağan yağmurun ardından yokuştan aşağı giden o dalga dalga su kütleleriyle yarıştığım çok olmuştur. Geçtiğim bisikletliler arkamdan belki atlı kovaladığını düşünebilirler. Ama hayat bana benim istediğim şekilde güzel değil mi.
 Serdivan'dan başlayan yolculuğum Serdivan AVM yakınlarından devam ederken , ilk rakibim olan bisikletli amcayla karşılaştım. Her zaman ki gibi onu da geçme telaşındayken , sağa doru bir manevra yaparak kaldırıma çıktı. Üzerindeki giysiler toz ve çamurdan çok zor görünen amcayı geçerken , bir şey beni geri mi çekti yoksa ben mi durakladım , anlam vermek zor ; bisikletimi yavaşlatıp amcaya bir selam verme isteği doğdu içimde. İyi ki de vermişim... Kuzey terminaline kadar geçen sürece birlikte gittiğimiz o yolda  , önceleri mesafe hesaplayan ben,  muhabbetin verdiği tatla geldiğim yeri unutur duruma gelmiştim.  Amca  da Serdivan Lisesi'nin orada yapılan inşaatlardan birinde çalıştığını söyledi ve her gün bisikletle eve gelip gittiğini anlattı. Muhabbetin tadından sormayı unuttum fakat bende onun Kuzey Terminali'nin oradaki kasaba tarzı bir yerde yaşadığını tahmin ediyorum. 1 haftadır canıma okuyan bu bisikleti ;   her gün aynı şekilde süren kişi...Belli ki bakması gereken kişiler var.                
  Muhabbetimiz derinleştikçe  , düşüncelerimde yanılmadığım ortaya çıktı. 3 adet çocuğu varmış fakat 2'nini depremde kaybetmiş. Bu güzel gündeki yere düşen tek damla belki o an gözlerinden damlamıştı. Çok fazla maziye sokmak istemedim. Yüzündeki o derin çizgiler , ağzında tek tük kalmış dişleriyle , aslında o bisikletli bir bilge idi.  Bazıları gibi zevkten araba satan bilgelerden değil , sesinden gelen o derin anlam onu bilge kılıyordu.  Yolumuzun sonuna doğru beni kahveye de davet etti , çay içmek için. Reddetmek zorunda kalmıştım. Saat 5'te olan antremanınma yetişmek bir yerde  , amcayı orada bırakıp devam etmenin ızdırabı ise başka bir yerdeydi. Neyse ki kendisi de anlayış gösterdi bana nazik bir şekilde müsade etti. Bu tarz bir yaklaşım dışardan bakıldığından o kişiden en son beklenecek şeylerden biriydi.  İnsanları parasının miktarıyla yargılamaya çalıştığımız düzende , o bence gerçek bir İNSANDI. Başka bir gün görüşmek dileğiyle yanından ayrıldım.
 Yüzümde mutluluğun vermiş olduğu küçük gülücükle tekrar başladım pedalları çevirmeye. Hani derler ya , sen mutlu olmak iste yeter ki , o seni bulur. Bulmuştu... Elimle tutamadığım , tanımadığım birisiyle , o kısa sohbet  içimi ısıtmıştı.  Bunları düşünerek yola devam ederken , aynı zamanda  bir korku kaplamıştı içimi. En son yaptığım antremandandan kalan hasarlar geliyordu aklıma. Ama hasar almadan kim ilerlemiş ki bu dünyada.
 Genellikle derin düşüncelere dalarak ilerlediğim bu yolda, ani bir korna sesiyle irkildim. Arkamda bir adam bana  bas bas bağırıyordu. Bisikletimi durdurup adama doğru ilerledim , gerçi gözümde biraz korkmuyor değildim. Benden 2 kişiyi toplasak o adam bile etmezdi. Arabadan inen kişi yanıma sinirli sinirli yaklaşınca  bir tedirginlik kapladı beni. Ne yaptığımı bir anlasam sorun kalmayacaktı , ama o anı hatırlayamıyordum.  Bana arkamdaki sağa dönen yolu işaret etti ve  o yoldan gelirken birden karşısına çıktığımı söyledi. Bende özür dilemek babında bir kaç şey gevelesem de , adamın haklı olduğunu biliyordum. Neyse ki karşımdaki kişinin az bulunur insanlardan biri olduğunu düşünerek ve bunu kendisine belirterek , sinirinin geçmesini sağladım. Kaç kişi birini uyarır ki iyilik namına şu dünyada. Adamın sergilediği bu tutum için kendisine minnettar olurken  , yaptığım hata için ise özür dilemekten çekinmedim. Arabadan bir ok gibi frlayan o kişiden eser kalmamıştı. Elimi sıktı. Gözündeki o nefret gitmişti . Küçük bir vedalaşma merasiminin ardından ikimizde yola koyulmuştuk.
 Haydi , az kaldı salona ... Bugün daha ne maceralarla karşılaşıcam acaba? Ama hala mutluyum.
   Daha dikkatli bir şekilde  bu sefer ara sokakları tercih ederek yoluma devam ettim. Susamıştım.İlerde mavi tenteler ve demir parmaklıkların arasından görünen içecek reklamlarına ait bez afişlerin süslediği küçük bir bakkala geldim.   Sıcak su olup olmadığını sordum , içerideki kafasına taktığı Ecevit şapkasıyla duran amca  hemen sol yanındaki su şişelerinden bir adet çıkarttı ve bana uzattı. O sırada etrafı inceleye duran ben , gördüğüm şey karşısında donup kalmıştım. Abartıyorum gibi düşünülebilir , uzun zamandır karşılaşmadığım bir arkadaşımı görmüştüm. BALIK KRAKER...  O güzel küçüklük anılarım yeşerdi , çiçek tuttu. Hastalandığımda annemin yanı başımda anlam veremediğim şekilde hep tuttuğu , arkadaşımla yokuştan aşağıya bakkala koşarken tek iddia malzememiz olan ,günlerce bir paketini bitirmeye korktuğum ve hatta günde sadece 1 tane krakerciğini  yediğim o Balık Krakerler geldi aklıma . İçimde adının koyamadığım sevinçle hüzün arasında bir duyguyla elimi ona uzattım. Paketine dokunurken bile korkuyordum. Acaba aynı hissi verecek mi diye...Çekinerek elime aldım , ilk defa dumanı tüten bir soba görmüş gibi inceledim. AYNIYDI... o benim küçüklüğümdü...bir parçaydı.... Bana o sırada inceler gözlerle bakan bakkal amca ile göz göze geldim.  Ne kadar olduğunu sordum elimdeki hazinenin. İçimden orada ne kadar kraker varsa almak geliyordu . Hepsini alacak kadar param vardı , ama ben bugüne kadar hep bir tane almıştım.  O bir tanesini günlerce saklamıştım. Ücreti uzatırken bile ne kadar uzattığımı unutur vaziyetteydim. Bisikletime geri dönerken amca beni , paranın üstünü ve suyu almadığım için uyardı. Kendisine teşekkür ettim. Fakat o sırada ne su aklımdaydı ne de para , aklımda olan tek şey eve gidip  1 tane dahi olsa o krakeri tatmaktı.Antremana nasıl gittim  , neler çalışıldı  , hepsi sanki silinmiş. Bu yaşananlar kalmıştı. Eve gelene kadar tüm gücümle çevirdiğim pedallar ise cabası.  Derin bir kas ağrısı vardı bacaklarımda  , fakat hediyem , beni odamdaki masamın üstünde bıraktığım gibi hasretle bekliyordu. Kavuşmuştuk...Daha tadına bakmadan , içimde oluşan gri sis perdesinin arkasındaki renkler , geçmişin verdiği hüzün ile kucaklamışlardı beni.

  Şimdi ağzımda bıraktığı o tat , ilk günkü gibi...

  Parolayı bozmamam gerek. Her gün sadece 1 kraker...

 Hiç büyümedim mi ? Büyümek nedir ? Bu sorularla  ve ağzımda bıraktığı o tadla  baş başa sohbet ediyoruz.

22 Mart 2012 Perşembe

ÇATLAK...


               Bugün boş işlerden veya yeterince istenilen özen gösterilmeyen birkaç işten bahsedeceğim. Bunların ülkemize ve çevremize olan katkılarına objektif açıdan bakmaya çalışacağım.
               Bir ülkenin gelişmişlik derecesini belirleyen en önemli yerlerden birisi üniversiteler ve bu üniversitelerde çalışan kişilerdir.  Üniversitede kalan kişilerin öncelikli yapması gereken şey yeni bir veri , ülkeye değer katacak fikirlerin oluşması için yeni düşünceler üretmektir. Fakat ülkemizdeki üniversitelerde öğrencilerimizin öğretim görevlisi olarak kalma tutumlarının en büyük sebeplerinden biri gerek iş bulma derdine girilmek istenmemesi  , gerekse o güne kadar sistemde bir hamur gibi yoğrulup ders çalışmaktan başka çok fazla bir şeye ihtiyaç duyulmaması ve diğer sektörlere(özel) atılım yapma korkusu gibi nedenler görülmektedir. Kaç tane hoca vardır acaba öğrencilerine değer katıp da seviye atlatmak için çabalayan?  Bu onların asli görevlerinden biri olmakla beraber bir diğer görevleri de şu anda sözde yazdıkları makalelerle ülkeye bir katkı sağlamaktır. Ülkemizde  son 20 seneye baktığımız zaman (ben yanlış biliyorsam beni düzeltin) yurtdışından teknoloji almak konusundaki bağımlılığımız devam etmektedir. Bu üniversitede çalışan araştırma görevlilerinden tutun profesörlerine kadar , ne vermişler bu ülkeye? Neden oradalar , o yazdıkları makaleler nerelere gidiyor? Yoksa bende mi başlasam evde makale yazmaya ? Sanırım tek iş olarak derslere girmek ve İngilizce makale çevirmek olarak görüyorlar bu mesleği…. Gelişmiş ülkelerde ki bilimsel çalışmalara bakılınca  , yeni bir şeyler üretmek için verilen çabalarla karşılaştırılınca(onlar da analarının karnından bu bilgilerle doğmadılar , araştırdılar geceli gündüzlü …) acı gerçek ortaya çıkıyor. Bizim genel olarak üniversitedeki sistemimiz sabah koltuğa oturmak , ısıtmak , akşama kadar mümkünse ayağa bile kalkmamaktan geçiyor. Her sene aynı şekilde ders anlatan hocalar (yaptıkları espriler , verdikleri örnekler bile senelerce hep aynı)…. Bir kaset koyup da onu dinlemek daha anlamlı gelmiyor değil… Öğrencilerin ufkunu genişletecek ne yaptılar ki ? Onlar da haklı ama tabi ki , çünkü kendilerinin hocası da böyle , zincirin halkaları gibi birbirini takip ediyorlar . Umarım bu halka bir gün kırılır , veya bu halkayı kıran kişiler bulunabilir. Ne yazık ki güzel ülkemde bir transistor bile üretilemiyor… Üretilememesinden kastım transistor patentine sahip olan şirkete yalakalıklar yaparak  , çalışan ücretlerini düşürerek , izin alarak üretebiliyorsunuz. Ki nasıl üretildiğine dahi bir fikrimizin olduğu da meçhuldür Buna rağmen üniversitedeki hocalar bir öğrenciyi 7 kere art arda aynı dersten bırakmaktan çekinmezler , hatta o çocukların okullarının uzaması umurlarında bile değildir.Boş adamların boşa öğrettikleri teorik ezbere dayalı derslerden kalan öğrencilere SAYGILARIMI sunarım. Hala umut var demektir , bazı beyinler boşlukla dolmaya direniyor demektir. Hepimizin sonuç olarak yapmak zorunda olduğu şey o dedikleri bilgileri ezberlemek olmuyor mu?Dersleri gerçek hayattan pratiğe dökülmüş , kolay anlaşılabilir örneklerle vermeyen ve bu konuda ısrar edip de ülkemizin arkasından bir hançer daha saplayan, ezberle evladım diyerek bizi hayata hazırlayan HOCA BOZUNTULARINI , buradan kınıyorum!! Sınav dediğiniz naçizane fikrim olarak söylüyorum , kitap defter açık yapılır. Onların en çok istedikleri koltukları soğumadan tekrar oraya geri oturmaktır. Bana göre durmadan oturan bir öğretim görevlisi topluluğu , ülkemiz için en büyük düşmandır.

               Bir ülkede boş adamlar ne kadar çoğalırsa , yarattıkları boşluk da o denli çoğalır . Buna bir örnek daha vereyim dedim ,  kendimi tutamıyorum. Spor programlarından bahsetmek istiyorum .  Hepimiz az çok denk gelip izlemişizdir spor programlarını . Birkaç yorumcu sağlı sollu oturur ve   o hafta oluşan maçlar hakkında yorumlar yaparlar ve senelik yüzbinlerce doları ceplerine koyarlar… Şu ülkede eminim ki erkek nüfusu içinde o spor programlarında konuşabilecek o kadar çok kişi bulunabilir ki , dedikleri ve yaptıkları farklı bir şey yok …Hatta 1 programda konuşulanlar sonraki gün bile hatırlanmıyorsa , buna boşa zaman öldürmekten başka bir şey denilemez . Gereksiz bir program olmasından bahsetmiyorum , zaman öldürmek veya biraz olsun ekrana bakakalarak günün yorgunluğunu atmak isteyenler için birebir programlardır. Spor dünyasından verilen muhabirlik becerilerine dayanan programlardan daha çok o hafta oynanan ve bir çok kişi tarafından izlenen o maç hakkında görüntüler bile olmadan 6 saat konuşabilme yetisinine  sahip olan kişilerden(Bu kişilerden bazıları kendini aydın olarak tanıtıyor , “YEMİŞİM SENİN AYDINLANMANI”) bahsetmek daha yerinde olacaktır. Bir de Tv ye bir şeyler yansıtıp şu oyuncu şurada burada oynasa nasıl olurdu konusunda yaptıkları yorumlar bana çok komik geliyor. Şu ülkede ki maç izleyen herkesin kendisine ait değişmez fikirleri varken , sadece bir kişinin oraya çıkıp bu işin doğrusu böyledir demesi ne kadar trajikomik bir durumdur. Bu ve bu tarz programlar ne kadar çok izleyici ile buluşursa o kadar çok ekran saplantısı toplum haline geliriz ki bu programda yorumlarda bulunan kişiler kendi asıl mesleklerini bırakıp (doktorluk gibi) , (daha çok para kazanıldığı için) bu işe soyunmuşlardır.

Magazin programları ,diziler  , yarışmalar da verdiğim bu tarz program örnekleri içine girmektedir. Sabah bazen denk geliyor da televizyon izlemek istiyorum (uzun süredir yapmadığım bir şey) o zaman da tüm kanallarda “kim kimi öpmüş” veya “kimin eli kimin neresinde” , “o kimi kaç kişiyle aldatmış” gibi haberlerle karşılaşıyorum. Bir başka kanala geçiyorum ,” kim kimi bıçaklamış”, “kimin eşi kimin eşinden taciz görmüş” , “kaç kişi kaç kişiye tecavüz etmiş” gibi haberler. Sıkılıp kanalları gezmeye devam ediyorum. 3 tane jüri önüne geçmiş bir köle gibi kendini ona buna beğendirme , bunun sonucunda bir üst tura çıkıp çıkamayacağı gibi… Bir programda denk geldim de kızın dudaklarının sahte olup olmadığını denemek için kızın ağzına elini sokup dudaklarıyla oynuyordu adam… gerçi o sırada ben gülme krizine yakalanmıştım , “Bu da ne lan?”  tarzında davranış bir gösterememiştim , o sırada gülmekle meşguldüm.
               Gelelim Türk televizyonlarının vazgeçilmezi olan dizilerimize. Arkadaşlar bu konuda da gözlerinizi açmanızı rica edeceğim. O kadar basit ve rahatlıkla oluşturan senaryolar , insanların duygularını gerçekçi olmayan yollarla etkileyip , bir statü oluşturma yoluna giden dizilerden bahsediyorum. Hemen şuracıkta bir dizi senaryosu yazalım mı? Malazeme olarak gereken 2 erkek , bu iki erkek arasında kalmış bir kız , kızın anası babası , kızın akrabaları , çocukların sonradan çıkan zenginlikleri ,birbirlerini öldürmeleri , o arada gerçekleşen tecavüz ve ölüm sahneleri… Bu kadar malzeme yeter , senaryoyu size bırakıyorum , RATING MANYAĞI olur bu malzemeyle çıkarılan her dizi. Asıl konumuz burada da değişmemektedir Bu tarz dizilerin de sonu banko garantidir . Diziyi izledin mi 5 dk. da anlarsın sonunun NASIL BİTECEĞİNİ , o kadar kolaydır ki yazılmaları.  O gün izlenen dizi (yaklaşık 3.5 saatini alır) 3 ay sonra ne olduğu o diziyi izleyen kişiye sorulunca , ne olduğunu unutmuştur. Beynimiz bile bize sinyal veriyor , alamam ben diyor bu kadar boş , beleş  şeyleri. Sen hala zorlamaya devam ediyorsun.
               Bu tarz dizilerin toplumun değer yargılarının gelişmesi ve değişmesinde de  çok büyük yeri vardır. Özellikle lise gençlik dizilerinde dikkat etmişimdir de , bu çocukların şu anda Türkiye’nin başının belası olan sınavla (ÖSS) bir alakası hiç yoktur. Olay yine aşka meşke dönderilmiştir. Bu dizileri izleyen , hormonları tavan yapmış gençlik de , sorumluluklarını bırakıp , bu dizilerde geçen her türlü olaya özenmeye başlıyor.
                Sadece eğitim hayatında değil , her bölümde birinin öldüğü , mafyalar arası savaş haline dönmüş dizilerden tutalım , geçmişimizi anlatan sözde tarihi  (harem , kerhane) dizilerine kadar sayabilirim. Hepsinde ki ortak fikir  gerçeküstülük ve özendiriş temalarıdır. İlkokul öğrencileri bile artık “sonunu düşünen kahraman olamaz” lafını benimsemişse bu sektörün ne kadar güçlü olduğunu anlatmaya gerek kalmamıştır.
               Asıl vermek istediğim ana fikre gelmek istiyorum. Arkadaşlar hepimiz hakkediyoruz eğlenmeyi , kafamızı dağıtmayı , az da olsa istediğimiz gibi yaşayıp rahatlamayı. Bu zamanı  Tv ekranları karşısında geçirmek yerine , birlikte toplanarak , buluşarak ,hobi olarak görebileceğimiz şeylerle uğraşmakla geçirmeyi daha anlamlı bulmaktayım. Hiç olmadı yatın uyuyun, boş şeylerle kafanızı doldurmayın …
              
               HAYATIMIZIN AMACI HALİNE GELMEDİMİ BENLİĞİMİZDEN ÖDÜN VERİP KENDİMİZİ BAŞKALARINA KARŞI BEĞENDİRMEYİ SEÇMEK? NEDEN KENDİN OLAMIYORSUN? O KADAR GÜZEL VE BİRİBİRİNDEN  FARKLI YARATILMIŞIZ Kİ AMA İNSANLAR ARASINDAKİ ÜSTÜNLÜK MÜCADELESİ VE KURALLAR ZİNCİRİ BİZİ BİR YÖNE KANALİZE ETMEYE İTİYOR.  BAŞKASINDAN FARKLI OLMAYI BİR SAVAŞ HALİNE GETİRMEDİK Mİ? SENİN YAPMAN GEREKEN ZATEN TÜM CANLILARDAN FARKLI YARATILDIĞININ BİLİNCİNE VARMANDIR. PARMAK İZİN BİLE FARKLIYKEN BU YARIŞ , BU ÖZENİŞ , BU KİN NEDEN?

SEN OL!! KENDİN OL!! SANA AİT RUHUN , BEDENİN , YAŞANACAK ANLARIN VAR!! O ANA İZ BIRAKAN DA KENDİN OL , BAŞKASININ SENİ GÖRMESİ VEYA ONA ŞİRİN GÖZÜKMENİN ARDINDAKİ İZ SENİN DEĞİLDİR. BAŞKASININ İSTEDİĞİ YOL DEĞİL , KENDİ YOLUNU ŞEKİLLENDİR.
BU HAYATTA ZOR OLAN HER ŞEYİN TADI BİR O KADAR GÜZELDİR.

Teşekkür Ederim…
Fatih YILDIRIM

29 Şubat 2012 Çarşamba

Bit Yeniği...



       Evet arkadaşlar yine bir çok kişinin karşılaştığı ve "Bu ne lan? " demekle geçindiği bir konuya parmak basalım... O kadar cesur yazar varya , sözde aydın ... Siz yiyin arkadaşlar birbirinizi , biz gerçekleri anlatmaya devam edelim...
     
       Yukarıda görmüş olduğunuz başvurunuz reddedilmiştir ibaresi ile bir çok kez karşılaşmışsınızdır.  Genellikle iyice incelenmeyen bu durumlardan bazı sonuçlar çıkartmak istiyorum ki , GÖZLERİNİZ AÇILSIN!!!

       İlanda diyor ki , (kısaca) Avrupa'daki şirket mevkilerinde konumlandırılmak üzere yeni mühendis programlarına dahil etmek üzere mühendisler aramaktalarmış....  Bunun yanında yerel ve bölgesel anlamda  atamalardan oluşan pratik yönetsel tecrübeleri de sağlamlaştırmak istiyorlarmış , böylelikle oradaki yönetim rolünü üstlenecek kişiler yetiştirme amacındalarmış. İstedikleri özellikler:

-Hatırı sayılır bir üniversiteden  , makine , kimya ,gıda , elektrik mühendisliklerinden mezun olması,
-Maksimum 3 yıllık iş tecrübesi
-İngilizce ve Türkçe dillerinde mükemmel iletişim yeteneğine sahip olmak
-Seyahat edebilme konusunda her hangi bir bağlayıcı durumun olmaması

Senden bireysel olarak istedikleri:

-Takım çalışmasına yatkın
- Problem çözme tekniklerinde oldukça başarılı yeteneklere sahip olması
-İnisiyatif sahibi olabilen , esnek çalışma saatlerine uyum sorunu çekmeyen
-Uluslararası atamalara açık
-Deney odaklı , kişisel gelişime ve bilgi edinmeye açık , meraklı
-Güçlü iletişimsel (sosyal) ve kişilerarası  ilişkilere sahip olması(pasif olmaması)


Diğer tarafta ise sadece Firma'nın tarihçesi bulunmaktadır. Buna değinmeme gerek yok....


Burada asıl değinmek istediğim konu bana verilen ret cevabı ve içeriğidir...:

Bu ilana 23.01.2012 pazartesi günü başvurmuştum , gelen ret cevabı ise 29.02.2012 tarinde şahsıma ulaştı. Aradan bir ay geçti.

1-) 1ay  içinde bana yapmış oldukları değerlendirme sonucunda  iş tecrübemi yetersiz bulmuşlar. Peki 1.5  senelik iş tecrübesine sahip biri olarak  , ilanda zaten istenen tecrübe seviyesi 3 sene ve az değil miydi?
2-). Yönetici adayı arayan bir firma , 1.5 senesini yöneticiliğe vermiş birine nasıl böyle bir tepki gösterebiliyor da reddediyor? Bu benim Cv'm de açıkça belirtilmiş olarak bulunmaktadır.
3-)İngilizce yeterliliğim konusuna ise hiç giremeyeceğim. Çünkü bu ilanı veren kişiler , ne yazılı , ne sözlü ingilizce mülakata beni almadan  , hemen kararlarını vermişler... Sanırım kendileri de bu sisteme yeniler  , ek olarak kendi hazırladığım ve siteye yüklediğim  tamamı ingilizce Cv'yi görememişler (Öylesineymiş gibi bakmışlar başvuruma demek bu)....
3-) Endüstri mühendisiyim ve yukarıdaki kriterlerden hangisinin bana uymadığına baktığımda...:

-İstedikleri mühendislik alanları... ( Endüstri mühendisliği mesleğini tam olarak bilmeyen adamlara da bunu anlatmak oldukça güç ) Bu şuna benzemiş , okuldan daha yeni mezun olmuş bir makine mühendisinin önüne koymuşlar CNC tezgahını hemen bakımını yap , iş akış şemasını çıkart. Adam daha işi bir öğrenmeden nasıl yapsın bunların hepsini ? Araştırmadan...Anasının karnından o iş için doğmuş gibi(sanki) . Zaten kendileri de bu iş için ön eğitim verileceğini belirtmişler. Endüstri mühendisi olmam yüzünden mi bu ret cevabı veriliyor ? Demek bu ilanı veren kişilerin endüstri mühendisliği hakkında bir bilgisi yok...

-En önemli soruna geldik arkadaşlar ... Hatırı sayılır bir üniversite... Hatırı sayılı üniversite kadar taş düşssün kafanıza. Daha önce de belirttiğim gibi sadece ezbere dayalı olan ÖSS sınavından (inkar etmeyin , şurada mitoz nedir desem kalakalacak çok arkadaş var , eminim , ama öss sınavınız  zamanında biliyordunuz. Bu sistemin kafada gereksiz bilgi birikimi yapmasının da bir sonucudur.) , ortaya çıkan tabloda , BU APTALDIR , BU ZEKİDİR gibi bir eleme uygulamasına bir destektir bu durum!!!YARATICILIK VE İSTEDİĞİNİZ NİTELİKLERİN BELİRLENDİĞİ BİR SINAV (terliksi hayvanın kamçısı benim zekamı ölçüyor...) , SAYIN İNSAN KAYNAKLARI MÜDÜRLERİ!!! Bu şuna benziyor ; mitozu bilen adamda kesin yöneticilik yeteneği vardır... ÇOK KOMİK!!! Evet , siz de mitoz sorusunu bilen bir yönetici alın , hatırı sayılır üniversiteden . Diğer öğrencilerin Allah Belalarını vermiş ki şu soruyu cevaplayamamışlar!!!

Arkadaşlar bizzat şahit olduğum bazı durumlarda da ;  bu tarz ilanlar verilip , Cv'ler toparlanıp  insann kaynakları bölümlerinin SÖZDE  çalışıyor olduğunu göstermek isteniyor.. Bir Cv yığını !! ÇOK ÇALIŞIYOR İNSAN KAYNAKLARI VAHHH VAHHH!!! Bu tarz insan kaynaklarına sahip olan firmaların (Geneli Büyük) zaten alacakları adamlar belli olduğundan , asıl amaçları çalışıyor görünüp , zaman öldürmektir... Bu işletmelerdeki yöneticilerde bu tarz durumlar sonucunda seçildiğinden , o da bu bölümde çalışanların çok çalışıklarını sanıp(!!!) (belki hiç kontrol bile etmez) desteklerini bu kişilerden esirgemezler.

 Bu yönetici kesimi zaten oraya alınacak adamları kendisi belirlediğinden (yani oraya girecek adam zaten daha çok önceden belli ) sözde çalışıyor rolü yapan bu tarz kişilerin orada bulunmalarına göz yumuyor.(Zaten kendisi de bu şekilde bu işe girmiş...)

Bu bir zincirdir arkadaşlar , uzun süredir böyle gelmiş , böyle de gideceğe benziyor.  Biz bir TEPKI toplumu olamadıkça , böyle çok ilanlar verilir , böyle çok ( şaka gibi , sanki sen yokmuşssun gibi) ret cevabı verilir...

Böyle gitmeye devam ettikçe , o küçük elektronik aletlerdeki  bobinleri bile üretemeyen ülkemizde , BİLGİ üretemez duruma geleceğiz....Bilgi'den kastım  , Hürrem'e kaç kişinin kaç kez bindiği değildir!!!....


Sizlerin duygu ve düşüncelerine tercüman olduysam ne mutlu bana...

Saygılarımla...
Fatih YILDIRIM

27 Şubat 2012 Pazartesi

Siyah kalp...

Bir şeyler yanlış mı gidiyor ben mi yanlışı yaratıyorum , anlam vermek çok zor. Unutmak , bazı şeyler için belki kesin bir çözüm gibi görünebilir…Fakat neyi unutabildik ?  Sen unutabildin mi ? Belki umursanmaz , bende yaşananlar , hala can çekişiyor bu yazıda. Bir yandan pişmanlık , bir yandan vicdan azabı , ama ben de yapmadım mı doğru olanı? Bazen oralı bile değil , ama yanımdayken nasıl fakına varılabilir , ama zaten hep oradaymışsın gibi hala orada , ama uzak ve sönüyor , belki ölene kadar sönmeye devam edecek… Düşünmek!! belki istediğim bu değildi , alışmıştım , kaybetmeye de yoketmeye de … Peki kimdi yok olan? Ama aslında yalnızdın , yalnızdım , bencildim ,yalnıştı, ama körükledin… Daha ne verebilrdim , elimden daha ne gelebilirdi …. Kavramadın , anlamadın!!! Çığ oluşmuştu , yalnızdım , yalnız… Üstüme geliyor!! Ama durdum karşısında!! Orada olmanı , yanımda , seni hayal ettim… Hayal , üşütüyordu sadece , beyaz örtü artık karanlıktı… Hala direniyorum , ne arıyorum??? Başka rüzgarlardasın ,belki başka bir hayatta , ama hala tutundum yanımda olmana… Her yer karanlık … 1 tek damla ışık , dökülmesini beklediğim…Gözlerin…Hayalin , sendin… Karanlık artık evim… Bir karanlıktım ışığa direnen , şimdi ben olan o karanlıktayım… Ve gittin… Arıyorum , karanlık beni kuşatırken , acıyla arıyorum … Geri gelmemek üzere…

26 Şubat 2012 Pazar

KIL BEYİNLİLER

       Bugüne kadar bir çok alanda (bunlara hayatımıza yön verecek alanlarda dahil) karşımıza çıkan sorunlardan biri de saç sakal mevzusudur. Özellikle erkek adaylar için bu çok büyük bir problem haline gelmektedir. Bizzat yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum bu hususta…

       Dünyanın önde gelen otomotiv fabrikalarından biri ile iş görüşmesine gittim ve sonucunu 2 ay kadar bekledim. Bu iş görüşmesinde İngilizce yazılı ve sözlü mülakata tabii tutuldum. Bu mülakatlar sonucunda sözlü mülakatta çok iyi , yazılı mülakatta ise %100 başarı gösterdim. Beni 2 ay sonra aradıklarında tarafıma işe alım konusunda red aldığımı bilgilendirdiler. Nedenini araştırınca top sakala sahip olmam ve saçlarımın (onların dediğine göre) uzun olması göz önüne alınmış.
       Daha önce taşeronu olarak çalıştığım firma , aynı büyük Devin bünyesinde kalite kontrol departmanına bağlı olarak kontrol işlemleri gerçekleştiriyordu. O sırada benden çok memnun olan bu işletme (sakalım ve saçım aynı şekildeydi.) ,  beni kendi bünyelerine alırken kıl tanelerine NEDENSE  çok dikkat ettiler.
       Dünyanın bir çok ülkesinde bu davranış ve tutum devam ediyor. Buradan gelmek istediğim asıl soru şudur :

BİR İNSANIN NASIL OLURDA SİZE NE KADAR FAYDALI OLABİLECEĞİNİ 1 TEK KIL TANESİNE BAKARAK KARAR VERİYORSUNUZ? KIL KADAR BEYİNLERİ OLMAYAN KİŞİLERDİR BUNLAR!!!
BU TUTUMU ÇIKARTAN KİŞİLER KİMLERDİR?
       
       Trajikomik olacak fakat , SİZE YAKIŞMIYOR DİYE Mİ BÖYLE BİR UYGULAMAYA GEÇTİNİZ?

       Bu sorulara verilen genel cevaplar:

 -Herkes sakalını uzatırsa , ortalık tüyden kıldan geçilmez.
 -Sakal ve saç işyerinde etik değerleri bozar . (sanırım bazılarının sakalı çıkıyor bazılarının çıkmıyor.)
 -Saçın uzun olması da ne öyle , kız gibi.
 - O sakal ne öyle satanistler gibi....vb

       Arkadaşlar buradan buna söylenebilecek benzer bir olay da şudur :

       Nasıl ki eğitim ve öğretim yaşamlarında hakkıyla okumak isteyen kişiler gerek türbanlı gerek türbansız , giyim tarzına göre yargılanıp da bu hakları alınıyorsa , gelecek kurma hakkı olan insanların gelecekleri elinden alınıyor!!
Burada kafaları daha da karıştırmak için  “Ne olur sanki kessen sakalını “ ibaresiyle karşılaşıyoruz. Çözüm mü bu peki? Bu tutum ve davranış içerisinde çalışan ne kadar verimli olabilir. Bazı kişiler için bu bir özgüven duygusu oluşturmaktadır…

BU UYGULAMAYI YÜRÜTEN FİRMALARI REDDEDİYORUM!!!

Teşekkür ederim
Fatih YILDIRIM

25 Şubat 2012 Cumartesi

!!SÖMÜRGE KENDİ İÇİMİZDE!!



               Bu yazıyı yazmamda bir çok çekincem olmasının yanı sıra gençliğimin de vermiş olduğu “deli cesareti” sayesinde kendimde bu özgüveni buldum.
               Bu yazıyı yazmamın asıl amacı burada yazdıklarımı  , herkese duyurmak ve , insanların birazcık da olsa gözlerinin açılmasını sağlamaktır. Niyetim yıkıcı değil , yapıcı olmaktır.

       Yaratıcılığın kesinlikle denenmediği ve sadece ezbere bağlı olan bir sınav sistemiyle , ezberci ve yaratıcılıktan uzak bir eğitim sistemiyle geçen bir dönemim ardından  , tekrardan bu sınava bağlı olarak kazanılan üniversitelerden bazılarının (seçilmiş-üst düzey) olması , diğer üniversitede bulunan öğrencilerin daha çok işe yaramaz olarak görülmeleri neticesinde ortaya çıkan dar boğazda , bazılarının şanslı sayılması bazılarının ise unutulmasıdır… sorunların birincisi.

       Şöyle bir örnek vermek istiyorum bu konuda , bir çok iş görüşmesine çağrılan üniversitelerdeki arkadaşlara bitirdiği üniversiteye göre değer biçildiği , tutumların bu konuda pozitif veya negatif yönde etkilendiği aşikardır. Bunun en güzel örnekleri  , bir çok iş ilanında bu (sözde) güzide okulların adları geçmektedir , ve işe alınması hedeflenen kişiler bu üniversitelerden seçilmektedir. Bu iş dünyasında inanılmaz derecede  büyük bir kabul olarak görülmektedir.

       Bu konuda  yapabileceğim tek yorum : İNSANLAR MAKİNEDEN ÇIKAN BİR PARÇA DEĞİLDİR. O MAKİNEDEN ÇIKAN PARÇAYA İSTEDİĞİN ŞEKLİ VERİRSİN VE O PARÇA ÖYLE KALIR. AMA İNSAN OĞLU İRADEYE SAHİP BİR CANLI OLDUĞUNDAN BİR ÜRÜN OLARAK DEĞERLENDİRMEK NE KADAR DOĞRU OLABİLİR? HER SINAVDAN GEÇER NOT ALMIŞ BİRİNİN BİR SONRAKİ SINAVDAN PEKİYİ ALAMAYACAĞINI NASIL GARANTİ EDERSİNİZ. HİÇ Mİ HAYATINIZDA KARŞILAŞMADINIZ “BU ADAMDAN BİR ŞEY OLMAZ” DEDİĞİNİZ KİŞİLERİN SİZLERİ UTANDIRDIĞINI…

       İş görüşmelerinde insanların karşılarına getirilen kişilik envanter testlerinden tutun bir dolu test… Bunlarda yukarda belirttiğim gibi insanın sadece bir parça olarak görülmesinin sonuçlarından ötürü ortaya çıkmaktadır. 

       Türkiye’de ki işsizlik oranının özellikle üniversite mezunları) başlıca nedeni , mezunlara  “o bundan ibarettir” şeklinde yaklaşılmasıdır. Ama bu tarz davranan insanlar  bilmezler ki , bir kişinin bile dünyanın  gidişatını değiştirebilir.

       Bunların asıl nedenleri bir yönden de , okuldaki  öğretmenlerindir. İlk okuldan beri sisteme uyup da ezbere yetiştirdikleri öğrencilerdir. Hayatınızda girdiğiniz kaç adet sınavda  gerçekçi bir sorunun sorulup da kitap defter açık bırakılıp öğrencilerin bu sorularla yaratıcılığının ölçüldüğünü veya geliştirildiğine şahit oldunuz? Öğretmenlerin bir kısmı (çoğunluk) rahat bir meslek olarak düşündükleri için ( tatil+ raporlu günler) öğretmen olmaktadırlar. Çoğu  kendini her an geliştirip , çocuklara daha faydalı nasıl olurum gibi bir düşünce içinde değildirler. Hepimiz bilmez miyiz , bir sınıfta en arkada köşeye geçip soyutlanan çocukları , kendi okumamız zamanında da karşılaşmışızdır , peki hangi öğretmenimiz bu çocuğu kazanmaya çalışmıştır… Bugün ki öğretmenlerin çoğu öğrencilerle birlikte zil sesini duymak için can atmaktadır ki , gitsinler çaylarını içsinler , yatsınlar… Kimse kusuruma bakmasın ama sağlam bir nesil yetiştirmek için en çok öğretmenlerin çalışması gerekmektedir. O küçük yaşlarda çocuğa ne aşılarsanız çocuğun hayatını o şekillendirir.…
     

       MAYMUNLARA YAPILAN O ZEKA GELİŞTİRİCİ TESTLER BİLE BİZE YAPTIRILANLARDA DAHA ÇOK YARATICILIK GELİŞTİRİCİ!!!!



       Eğitim sisteminin de bu konuda oldukça suçlu olduğunu belirtmek isterim. Eğitim sistemimiz içinde herkesin mühendis veya doktor olması beklenmektedir. Bu durumda da her sene on binlerce mühendis  mezun olmaktadır. Peki on binlerce mühendise yetecek istihdam var mı ülkemizde?

       Durum sadece bundan da ibaret değil… Herkes doktor veya mühendis olursa bu ülkede kim asfaltı dökecek veya kim  ekstra kas gücü gerektiren işleri yapacak? Dengesizlik tam da burada oluşmaktadır… Topluma hakim düşüncenin” üniversiteden mezun  oldu , adam oldu , artık bir iş bulur , altın bilezik kolunda”olması ,çok yıpratıcı bir düşünce olmakla beraber , bireyin neye yönelimi olduğunu kendisinin anlamasını engeller , toplum ne istiyorsa o öne doğru kendini ilerletmek zorunda kalır.
       Buradan ulaşmak istediğim sonuç herkesin yaratıcılığı başka konulardadır fakat bizim ülkemizde bunlar sadece birkaç dala kanalize edilmek istenmektedir. Futbol zekası fazla olan birine zorlan terliksi hayvanın kılını ,  tüyünü kamçısını anlatmaya , onu öğrenmesi için zorlanmanın ne gereği vardır. Temel  eğitim konusunda kesinlikle çok büyük bir eksiğimiz var  , bu da insanların küçüklükten neye eğilimi olduğunun merak edilmemesinden doğmaktadır.
       Buradan gelmek istediğim başka bir konu var… Örnek vermek istiyorum bir öğrencinin müziğe karşı olağan üstü bir ilgisi var ama bu hem kişi eğitim sisteminin getirdikleri hem de toplumun da at gözlükleriyle düşünmesi neticesinde  istemediği bir alanda at koşturmak zorunda kalıyor.Bu kişi müzikle birlikte  kendini deneyip bir atılım yapmak istese de bir çok maddi zorlukla karşılaşıyor , çünkü toplumuzdaki sanata olan ön yargı kanseri o kadar yayılmıştır ki… örneğimiz , ne zaman istediği şeyi yapmaya kalksa ya maddi olarak hiçbir şey kazanamıyor , ya da çevresi tarafından demotive edilerek o işten uzaklaştırılıyor.(Çalgıcı mı olacan ulen , git de sürün… gibi cümlelerden bahsediyorum.)

        Bir başka konuya değinmek istiyorum… Yine gelir dağılımıyla ilgili… 20 sene top oynayıp da 2 doğru pas veremeyen o kadar futbolcu var ki bir mühendis veya doktorun ömürleri boyunca kazanamayacakları paraları  kısa sürede kazanıyorlar. Fakat şu unutulmamalıdır ki , kullandıkları ayakkabıdan tutun vurdukları topa kadar her alada mühendisliğin yaratıcılığı kullanılmakta. Peki bu kullandıkları malzemeleri yapan mühendislerin kazançlarına baktığımızda  dengesizlik açıkça görülmekte.

       Rakamlarla örnek vermek istiyorum. Bir çok iş görüşmesine gittim ve bu iş görüşmelerinin bir çoğundaki konuşulan aylık ücret oranı 800 tl ile 2000 tl arasında değişmektedir.  Şaka gibi , ben bu ülkeye yeni şeyler katması gereken bir mühendis olarak , doğalgaz faturamı mı düşüneyim  , girdiğim işte ne yenilik katacağımı mı , ev kiramı mı? Sadece durum bundan da ibaret değil , girilen bir çok şirkette mühendislere sekreter muamelesi yapılarak bu kişilerin yaratıcılığı köreltiliyor.. Adı üstüne mühendis ,  bu kişinin bir yenilik , bir icat yapması gerek ki bu ülke kendi teknolojisini geliştirebilsin. Ama nerdeeee işyerlerindeki bu tarz düşünce…. Biz alışmışız dışarısı yapsın biz satın alalım.SÖZDE BU ÜLKENİN AYDINLIK YÜZÜYÜZ!!!…

    



   He birde iş görüşmelerimde şu olay var  değinmeden edemeyeceğim:

-Ne renk üst baş giymiş?
-Elini neresine koyuyor?
-Koltukta nasıl oturuyor?
-Gözleri nereye bakıyor?
-Ayakları nerede duruyor?
Bunun gibi bir çok soru… Çok komikler…


       Ulen ben makine miyim? Ben misal ellerimi göğsümde birleştirerek durmayı çok seviyorum… ,hani bunun davranış bilimlerindeki karşılığı karşıdakini ezecek  , küçümseyecek bir şekilde durmakmış… Çok komikler… Benim böyle bir amacım yok ki, ben öyle rahatım , kaslarım rahat ediyor… İşe alınacak kişilerin seçilmesi konusunda bir çok projem hali hazırda bulunmaktadır.

     Birçok iş görüşmesinde benim sosyal bir yapım olduğunu ve bunun kendilerine sorun teşkil edebileceğini dile getirdiler. Somurtan , kenara köşeye saklanan biri mi olmam gerekirdi acaba? Benim en büyük başarım ayrıldığım iş yerindeki çalışanların ben gittikten sonra ardımdan göz yaşı dökmeleridir... Bu benim ne kadar özverili çalıştığımın bir göstergesidir...Bunun en büyük nedenlerinden biri de sosyal olmam ve işçilerle bir mühendis edasıyla değil , bir arkadaş gibi konuşmuş , dertlerini dinlemiş olmamdır...


       Bir diğer lafımda bu aydın geçinen kesime.... Tam onların alınlarının ortasına yazılmasını istediklerim var da maalesef yapamıyorum… Siz aydın geçinen eyyy iş adamları … Hangi özgür düşünce sahibi gencin elinden tutmuşssunuz!!!! Sizde aynı yolun yolcususunuz , kimin notları 4/4 ise gelsin işe sokayım… Yazıklar olsun size de bu anlayışınıza da … Bu gidişle siz daha çok Know-How satın alırsınız yurtdışı şirketlerinden…. Her yerde konuşuyorlar şunu yaptık bunu yaptık diye, işin içinden gelmiş biri olarak size garanti ederim , icat dedikleri olay aynı sağ elle sağ kulağı tutmak yerine sol elle sağ kulağı tutmak gibi … Demek istediğim var olan icadı sadece modifiye edebiliyorlar… Bunu da icadın sahibi olan şirketten yalvar yakar izinlerle yapıorlar …

       Hayır başka bir komik konu da … Üniversiteden mühendis olarak mezun oluyorsunuz , toplasanız 2-3 kere laboratuvar  yüzü görüyorsunuz , orada da  , “şuraya dokunma , buraya bunu yapma , şöyle yapma ,böyle yapma” diye diye, zaten zorunluluklar altında buraya kadar gelmiş olan kişiyi daha da çileden çıkartıyorsunuz…Sadece okulda değil , girdiğiniz iş yerinde de genelde aynı tutum devam ediyor. Üniversite sınavlarına gelince hele ,  2 gece önce hazırlanıp da bir sınavdan geçiliyorsa , o sınavın ezbere dayalı bir sınav olduğu konusunda (%100) kalıbımı basabilirim.

       Birkaç kelime de meslektaşlarım için söylemek istiyorum. Arkadaşlar biliyorum ülkemizdeki ekonomik şartlar neticesinde bulduğunuz iş işe , verilen maaş  ne olursa olsun girme yolunu seçiyorsunuz. Bu tutumunuz sizin ve sizden sonra gelecek mühendisler için bir dar boğaza neden oluyor. Az ücretle mühendis çalıştırmaya alışan iş yerleri bu tutumlarını daha da pekiştiriyorlar. Buna tepki olarak verilebilecek tek cevap bu düşük ücretlerle çalışmaya hayır demektir.Nasıl siz bir futbolcuya veya bir dizi oyuncusuna aylık 1000 TL veriyorum gel çalış diyemiyorsan , gelişmişlik derecesini belirleyen mesleklerde insanları sömürmenin bir çıkar tarafı yoktur… Biliyorum çok zor olacak bu  , çünkü her geçen gün artan borçların üstesinden gelmek de gerekiyor aynı zamanda. Ama ben inanıyorum ki bizim bu davranışımız bir yankı uyandırırsa , bir çok işverenin duruma bakış açısı değişecektir…SÖMÜRGE KENDİ İÇİMİZDE!!!

       Gerçi bizim toplumumuzda önem arzeden olayların havası  1 haftada sönüyor , çünkü biz hala bir TEPKİ toplumu olamadık, malesef…


       Bu ülke bu genç beyinlerin kıymetini bilemiyorsa , bizim kıymetimizi bilen ülkeler mutlaka çıkacaktır. Benim ve benim gibi bu durumdan şikayetçi olanların ne arkasında dayısı var ne de ona torpil çıkartacak kimsesi , ne de sermayesi… 

ÇIKARIN ARTIK ŞU AT GÖZLÜKLERİNİ!!!

Saygılarımla...

Fatih YILDIRIM